Meclis Canlı

Maden Çalıştayı’nın sonuç bildirgesi yayınlandı


16.12.2019


Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen “Madenciliği Konuşuyoruz” konulu Maden Çalıştayı’nın sonuç bildirgesi yayınlandı. Bildirgede, “Denetim ve öntedbirliliği aktif kılarak madencilikte yaşadığımız sorunları çözebilmemiz mümkün” denildi.

Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından 14 Aralık 2019 Cumartesi günü Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kültür Merkezi’n de düzenlenen “Madenciliği Konuşuyoruz” konulu Maden Çalıştayı’nın sonuç bildirgesi yayınlandı.

Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün’ün “Muğla’nın yüz ölçümü 13 bin 338 kilometre metrekare, 3 bin 523 kilometre kare ruhsatı olan alan var. Bu kadar büyük bir alanda hiçbir şekilde yerel yönetimlere bilgi verilmeden onlardan görüş alınmadan maden ruhsatları veriliyor. Benim orda planım var mı? Gelecekle ilgili projem var mı? Hiç sorulmuyor. Bağımsız, her şeyin üstünde ben verdim oldu diyor.” İfadelerini kullandığı çalıştayın sonuç bildirgesinde “Çok uluslu maden firmalarının Türkiye’deki madenler üzerindeki hâkimiyetleri artmıştır.” ifadelerine yer verildi.

“Denetim ve ön tedbirlilik ile sorunlarımızı çözebiliriz”

Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan ve kamuoyunla paylaşılan sonuç bildirgesinin tamamı şu şekilde;

“Muğla’da madenciliğin sosyo-ekonomik, hukuki (Anayasa dahil), ekolojik (yetişme/yaşama ortamının yok edilmesi, çevre kirliliği dolayısı ile sağlık, iklim değişikliği), kültürel ve arkeolojik bakımından etkileri konularında 9 konuşmacının katılımı ile “Madenciliği Konuşuyoruz” başlıklı çalıştayımızı 14 Aralık 2019 tarihinde gerçekleştirdik.

Muğla ve çevre şehirlerinde doğa hakkı mücadelesi yürüten yurttaşlar, sivil toplum örgütleri, madencilik sektörü temsilcileri, yerel yönetim temsilcileri ve milletvekilleri ile bir araya gelerek, birlikte yaşadığımız ülkemizi, nasıl daha yaşanılabilir kılabileceğimizi tartıştık.

Maden konusunun bütün muhataplarını kapsayan bir mevcut ile kırmadan, dökmeden eleştirerek, yer yer ortak noktalarımızı arayarak birbirimizi anlamaya çalıştık.  Çalıştayda doğa katliamları, teşvikler, devlet hakkı, dışa bağımlılık, enerji gibi bir çok konuda tartışmalar yürütüldü. Öne çıkan ve üzerinde ortaklaşılan başlıkları “şeffaflık, denetlenebilirlik, öntedbirlilik, katılımcılık ve güvenilirlik” olarak sıralayabiliriz.

Çalıştayımıza sunulan bildirilerde dünya ve Türkiye madenciliğinin şimdiki konumu, gelecekte madenciliğin faaliyet alanları çeşitli yönleriyle tartışılmıştır. Özellikle Muğla İl’i ve çevresinde madencilik sektörüne ilişkin yeni gelişmeler, yöntemler ve eğilimler, sorunlar ve sorunlara ilişkin geliştirilen çözüm önerileri paylaşılmıştır.

Ülkemizin; tarihi, doğası, tarımı ve turistik güzelliklerinin yanında, maden varlığı ve madencilik çalışmaları da  (alan büyüklüğü, çıkarılan madenin çeşitliliği ve miktarı bakımından da) çok önemlidir. Bor, demir, krom, bakır vb madenlerimiz ise stratejik değerdedir. Bununla birlikte madencilik  bir sürü doğrudan ve dolaylı olumsuz etkileri nedeniyle kamuoyunda önemli bir gündem ve hassasiyet oluşturmaktadır.

Uluslararası alanda ve ulusal politikalarda ülkelerin temel toplumsal hedefi; yetişme/yaşama ortamını tahrip etmeden ‘sürdürülebilir kalkınma’ olarak tanımlanmaktadır. Toplumların çevre-toplum-doğa ilişkilerini nasıl koruduğu, geliştirdiği ve yönettiği bu “sürdürülebilirlik” (Devamlılık) kavramı  çerçevesinde tartışılmaktadır. “Sürdürülebilir kalkınma” kavramı; sadece “Ekonomik büyümeyi” ve bazı kişilerin, grupların, hanelerin “gelir artışını” hedefleyen bir süreç olarak düşünülmemelidir. “Sürdürülebilir kalkınma” aynı zamanda dezavantajlı grupların toplumsal adalet ve eşitlik düzleminde yaşam koşullarının iyileştirilmesini de kapsamaktadır. İnsanların ve kentlerin oluşturduğu ekosistemlerin (Antropojen ekosistemler) yanında “Doğal ekosistemlerin” korunması da, “Çevre kirliliğinin önlenmesi” de “Sürdürülebilir kalkınma sürecinin” kapsamındadır.

Bu tür değerlendirmeleri yapmak için kullanılan temel araç Çevre Etki Değerlendirmesidir (ÇED). ÇED sürecinde;  yapılması planlanan bir iktisadi etkinliğin tüm toplumsal ve çevresel etkilerinin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi esastır. Ancak bunun dışında, Sağlık Etki Değerlendirmesi, Kümülatif Etki Değerlendirmesi süreçleri de aktif olarak işletilmeli, mevzuat ile zorunluluk haline getirilmelidir. Ve tabi ki, bu süreçler objektif, şeffaf, denetlenebilir, hesap verebilir olarak işletilmelidir. Ancak, böyle bir durumda yurttaş katılımcılığı sağlanabilir. 

Türkiye’de özellikle ciddi çevresel etkileri bulunan ve yapıldıkları bölgenin sosyo-ekonomik ve ekolojik yapısını tümü ile tahrip eden, doğal ve toplumsal yapıyı (Kültür dahil)  geri dönülemeyecek ölçüde  değiştiren enerji ve madencilik projelerine karşı yerel direnişler gelişmekte ve sivil toplum örgütleri tarafından yapılan itirazlar sıkça gündeme gelmektedir. Bu bağlamda karar alma süreçlerinde, kamu ve toplum yönünden ağır zararlar doğuran ‘gizli maliyetler’ göz ardı edilmektedir. Ancak, bu gizli maliyetler ödense dahi, yetişme/yaşama ortamına bu tür uzun süreli veya telafi edilemez zararların verilmesi kabul edilemez.

Belirli bir süre üretim yapacak ve geride onarılamaz izler bırakacak (Açık ocak işletmelerinde arta kalan geniş ve derin çukurlar, kayalıklar gibi) olan veya su kaynaklarını tahrip edecek, halkın üretim yapmasını, orada yaşamasını imkânsız hale getirecek, halkın göç etmesine sebep olacak olan maden işletmelerine izin vermek doğru mudur?.   Bu tür madencilik çalışmalarında elde edilecek gelirin veya kamusal alanda sağlanacak faydanın; ormanları ve otlakları yok etmek, tarım, zeytincilik, hayvancılık, arıcılık ve kültür ile  turizm vb konulara vuracağı darbelerden  daha fazla olduğunu söylemek mümkün müdür?

Ülkemizdeki tarımsal potansiyeller yok edilerek, kırdaki nüfuslar kentlere sürüklenerek, ilgili alanlar vahşi madencilik uygulamalarının arttığı alanlara dönüşmüştür. Coğrafyamızdaki tarihi milattan öncesine dayanan madenciliğin, son 30 yılımızda yaşattığı deneyimler, Kalkınma planlarında ve Maden Kanununda yapılan değişikliklerden bağımsız bir süreç değildir. 

2004 ve sonraki yıllarda yapılan değişikliklerle madencilik sektörü, tamamen özel ve çok uluslu şirketlere terk edilirken, devlet hakkı düşürülmüş, firmalara vergi, sigorta gibi alanlarda yapılan düzenlemeler ile kolaylıklar sağlanmıştır. Neticesinde, çok uluslu maden firmalarının Türkiye’deki madenler üzerindeki hakimiyetleri artmıştır.

Korunması Gereken Doğa Alanlarında Madenciliğin Önü Açılmıştır

2004 tarihli değişiklikler öncesinde, ormanlar, milli parklar, sit alanları, meralar, su havzaları, kıyı alanları, sahil şeritleri gibi korunması gereken alanlarda madencilik yapılabilmesi için ilgili yasa hükümlerine göre özel izinler alınması gerekiyordu. 2004 sonrasındaki değişikliklerle, izin alınması gereken kurumlar, görüş alınan kurumlar haline getirilmiştir.

Statüsünde Madencilik Yapabileceği Yazmayan Firmalar da Madencilik Yapabilecek

Maden hakkına sahip olabilecek firmaların statülerinde madencilik yapabileceğinin yazılı olması gerekiyordu. 2019 tarihli değişiklikle bu koşul kaldırıldı, madencilik yapabilmek için yeterliliğe sahip olmayan firmaların da madencilik yapmasına zemin hazırlandı.

Teşvik Tedbirleri Genişletilmiştir,

2004 tarihli değişikliklerden önce, madencilik sektörü, kalkınmada birinci derecede öncelikli yörelerde yapılacak yatırımlara sağlanan haklardan yararlanabiliyordu. 2004 yılında getirilen değişikliklerle, Bakanlar kuruluna yetki verilerek bu haklar genişletilmiştir. Kalkınmada birinci derecede öncelikli yörelerde yapılacak yatırımlara sağlanan haklar dışındaki haklardan da faydalanma imkanı yaratılmıştır.

Üretilen ve Sevkedilen Madenin Tespiti, Madencinin Beyanına Bağlı       
2004 yılında getirilen değişiklik sonrasında üretilen madenin sevkiyatında, ne kadar maden sevk edildiğini tespite ilişkin kantar fişi alma zorunluluğu kaldırılmıştır. Sevk edilenden daha azının devlete beyan edilmesi suretiyle vergi vb. ödemelerin daha düşük gösterilmesine yol açma tehlikesine yasal zemin hazırlanmıştır

Bununla birlikte madenler olmadan çağdaş yaşam koşullarını temin etmek, hatta günümüz şartlarında hayatımızı idame ettirmek de mümkün değildir. Madenlerin bulunduğu yeri değiştirme şansımız da yoktur. Madencilik geçici bir faaliyettir.  Maden rezervi bittiğinde, o alan tekrar doğa ile uyumlu hale veya üretim yapılabilir hale getirilebilmelidir. Önemli olan mevcut en iyi teknolojilerin kullanılması, madenleri bulunduğu yerden çıkarırken madencilik projelerinin uluslararası standartlara göre gerçekleştirilmesi ve madencilik faaliyetlerinin doğal çevreye, halkın yaşamasına ve insan sağlığına uygun/duyarlı yapılmasıdır.

Yaşadığımız yüzyılda nüfusumuzu beslemek için tarımı ve hayvancılığı geliştirmek, ülkemizin doğal kaynaklarını korumak ve devamlılığını/yaşanılabilirliğini sağlamak, çevre kirliliğini önlemek gerekmektedir. Bu konulardaki duyarlılıklar göz ardı edilerek, madencilik faaliyetlerinin yürütülmesi de, artık mümkün değildir. Ülkelerin ekonomik kalkınmalarını gerçekleştirebilmeleri ve sürdürebilmeleri için hem üretim faaliyetlerini teşvik etmeleri hem de üretirken çevreyi olumsuz etkilemeyecek önlemleri almaları gerekmektedir. Çevre sorunları; üretim faaliyetlerini ve yatırımları yasaklayarak çözülemez. Ayrıca, madencilik sektörünün sebep olduğu ya da göz ardı ettiği sorunlardan birisi de iklim değişimi süreci ile bu süreçteki ısınma ve kuraklaşmanın yanı sıra gelişen su kaynaklarının kuruması, kar yağışlarının azalması, buna karşılık yüksek (Sağanak) yağışların artması ile sel olaylarıdır.  Dünya iklim krizi ile mücadele içindedir. Madencilik sektörü ile iklim krizinin derinleşmesi arasında küçümsenmeyecek ilişkiler bulunmaktadır.

Sonuç olarak, Anayasa’mızın 56. maddesinde “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” hükmü bulunmaktadır. Bu nedenle, bölgelerin gelişme politikalarının kapsamlı ve doğru olarak belirlenmesi,  en uygun üretim faaliyetlerin (tarım, turizm, arıcılık, hayvancılık vs) seçilmesi, ormanlarımızın ve topraklarımızın korunması, madencilik için de verimli rezervlerin tespiti ile çevre dostu üretim yöntemlerin benimsenmesi gerekmektedir.  Bu bağlamda, vahşi madencilik uygulamalarının kural haline getirilmesini, objektif ve bilimsel düzlemde, doğanın, toplumun ve dezavantajlı gruplarının çıkarlarını da kapsayacak şekilde tartışmadığımız sürece madencinin de madenden yakınanın da sorununu çözemeyiz. Kamusal ihtiyaçları analiz ederek, bu ihtiyaçlara uygun planlamalar yaparak ve de en önemlisi şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık gibi ilkeleri hayata geçirerek denetimi ve öntedbirliliği aktif kılarak yaşadığımız sorunları çözebilmemiz mümkündür.

Doğanın var olma ve kendisini yenileme haklarına saygı çerçevesinde, ekosistemin iyileştirilmesi, geliştirilmesi ile tüm canlı varlıkların iyi yaşama haklarının sürdürülebilir kılınması, kuşaklararası adalet ilkesinden hareketle yaşanılabilir bir miras olarak gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için mücadelemizi sürdüreceğiz.”