Meclis Canlı

Yörük Kültürü


YÖRÜK KAVRAMI VE YÖRÜKLÜK



Yörük yerleşimi açısından Muğla bölgesi önemli bir yer tutar. Muğla bölgesinde yaşayan Yörükler; daha çok besledikleri hayvanlara bağlı olarak Karakeçili, Kızılkeçili, Sarıkeçili, Karatekeli, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Çepni vb. adlar alırlar. Türkmen/Oğuz boylarının pek çoğunun adının köylerde yaşaması bölgenin karakteristik özelliğidir.

Yörük; yürü(mek), yörü(mek), kelimesinden türetilmiştir. Bu haliyle, Yörük, “yürüyen”, “göçen”, “göçebe” veya “yarı göçebe” olarak yaşayan insan demektir. Terimin ilk anlamı göçebe yaşayış tarzı ile ilgili olsa da zamanla “göçebe” yaşayıştan ayrılmış, toprağa bağlanmış, köylüleşmiş, hatta kentlileşmiş insanların bir bölümü, atalarının yaşayış biçiminin adı olan “Yörük” sözünü kendilerine sıfat olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Osmanlı devleti döneminde ortaya çıkan bu ad, göçebe yaşayışın sosyal hayattan çekilmesine paralel olarak yavaş yavaş unutulmaya başlamıştır. Yaşayış ve ekonomik üretim tarzının adı olan Yörüklük, günümüzde bir kültürel yapı özelliği taşımaktadır. Yörük, bir etnik yapının adı değildir. Yörüklüğü, farklı bir etnik grup şeklinde göstermek, Türkmen ve Türk adından ayrı düşünmek mümkün değildir.

Yörükler, etnik olarak Türklerin Türkmen/Oğuz kolundandırlar. Pek çok kaynakta “Türklerin Anadolu'ya göçüyle yerleşik hayata geçen Oğuz Türkleri Türkmen adıyla kalmış, göçebe kalanlar ise Yörük adıyla anılmışlardır” denilmekte ise de bu tam da doğru bir tespit değildir. Yazılı kaynaklarda, Türkmen adına ilk defa, XI. Yüzyıl eseri olan Kaşgarlının Divanu Lügai’t-Türk adlı eserinde rastlamaktayız. Yörük adının, bir taifeyi adlandırmasının varlığı ise XVI. Yüzyılda geçer. Kanaatimce, XVI. Yüzyıldan sonra Türkmen adından ziyade Yörük adının kullanılmasının sebepleri vardır. Türkmenler; Osmanlı döneminde devlete sık sık başkaldırmış, onunla savaşmış, merkezi devletten uzaklaştırılmış olmak duygusuyla isyan etmiştir.

Konulara sadece günümüz penceresinden bakarak bir sonuca gitmek doğru değildir ve bu tarz yaklaşım yanılgıları doğurmaktadır. Tarih, sadece kitaptan okunmaz; tarih coğrafyadan, topraktan, kalıntı eserlerden, insandan okunur. Bunun için, aslında Türkmen olan Yörüklerin, Türkmen değil de Yörük adıyla bilinmelerinin sebeplerini tam olarak anlayabilmek için tarihi dönemlere göz atmakta fayda vardır.

Osmanlı Merkez teşkilâtının Yükselme dönemlerinde giderek Türkmenlerden uzaklaşması Türkmenler arasında hoş karşılanmamıştır. Öte yandan Anadolu, hakimiyet kurmak amaçlı olarak Türkmen/Yörük Beylerinin mücadele alanı olmuştur. İçlerinde Menteşe, Karamanoğulları vb beyliklerinin de yer aldığı pek çok beyliğe bağlı insanlar, Osmanlının kendi beylik ve hakimiyetlerini ortadan kaldırmaya yönelik yenilgileri içlerine sindirememişlerdir. Osmanlı Devletinin giderek güçlenmesiyle hakimiyetlerini kaybetmeye başlayan Türkmen/Yörüklerin önemli bir bölümü, ister istemez, önce Akkoyunlu ve Karakoyunlulara; daha sonra da İran’da kurulmuş bulunan Safevi Türkmen devletine muhabbet beslemiş, oraya yönelmiş, destek görmüşlerdir. Safevi Devleti de bu durumu kendi çıkarına iyi kullanmıştır.

Safevi Devleti, sanıldığı ve yazıldığı gibi bir Fars devleti değildir. İran’da kurulmuş Alevi Türkmen devletidir. Bu devletin kuruluşunda Dulkadiroğulları, Avşarlar, Azizli Türkmen/Yörüklerin muhabbeti ve desteği vardır. Şam, Halep ve Anadolu Türkmen/Yörükleri akın akın Safevi Devleti’nin padişahı Şah İsmail’e katılmıştır. Şah İsmail, yine bir Türkmen olan Akkoyunlu Devletinin hükümdarı Uzun Hasan’ın yeğenidir. Akkoyunlu Devletinin başkenti Diyarbakır, Akkoyunlu Türkmenleriyle akraba olan Artuklu Türkmenlerini başkenti ise Mardin’dir.

Osmanlı Devleti; bu muhabbeti ve kaymayı engellemek, Safevi Devletinin varlığına son vermek amacıyla Safevi Devleti’ne savaş açmıştır. 1514’te, Van’ın Çaldıran ilçesi sınırlarında yer alan Çaldıran Ovası'nda yapılan ve “Çaldıran Savaşı” olarak bilinen savaşta; Osmanlı devleti kesin zafer kazanmıştır. Bu tarih, Yörük ve Türkmen ayrışmasının yavaş yavaş sosyal hayatta uygulanmasının önemli adımlarından biri olmuştur.

Osmanlı Devleti; Yörük/Türkmenleri kontrol altına almak, vergilendirmek ve inançsal yönden farklılık yaratmak için Yörük kavramını Türkmen kavramından ayrı olarak özellikle geliştirmeye başlamıştır. Bunun için Anadolu’nun pek çok yerinde Türkmen adı; hem Türk adına bağlı etnik kimliği, hem de Alevîliğe bağlı inanç kimliğinin adı olmuştur. Anadolu’nun önemli bir coğrafyasına; Doğu Akdeniz’den Batı Akdeniz’e; Güney Ege’den Kuzey Egeye ve diğer iç kesimlerde, siyaseten geliştirilen bu ayrım; zamanla inançsal ve sosyolojik, hatta neredeyse etnik bir ayrım haline dönüşmüş/dönüştürülmüştür. Şah İsmail’in bu yenilgisinden sonra, Türkmenlerin büyük bir bölümü Türkmen adını kullanmaktan kaçınmış, Yörük adını kullanmaya yönelmiştir. Kökende; her Türkmen bir Yörük’tür, her Yörük de bir Türkmen’dir, Türk’tür.

Yörükler, Türkmen/Oğuz boylarıdır. Yörük, göçebe hayat tarzını benimsemiş insandır. Yörük sözü, Anadolu'da yaylak-kışlak hayatı yaşayan Türkmen aşiretleri (obaları) için de kullanılır. 1990'lara kadar azalarak devam eden bu yaşama biçimi, günümüzde çok az da olsa hâlâ devam ettirilmektedir.

Tarihi dönemlerde Yörük; baharı yazlakta, yazları yaylakta, güzleri güzlekte, kışları kışlakta geçiren insandır. Yörüğün hayatı hayvanına bağlıdır. Sahip olduğu temel güç kaynağı hayvanlarıdır. Yörük ekonomisinin temel dayanağı hayvan besleyiciliğine dayanır. Yörük; esas olarak küçük baş hayvan besleyiciliği ile at ve deve besleyiciliği yapar. Keçi ve koyun bunun en belirgin kaynaklarıdır. Deve ve at ise daha çok binme ve yük çekme aracıdırlar. At binittir, deve göçüt veya yüklet. Dede Korkut Kitabı’nda veya Divanu Lügai’t-Türk’te bunun en güzel tarifleri vardır.

Muğla Yörüklerinde keçi başta olmak üzere, koyun, deve ve at önemli bir yer tutar. Günümüzde yapılmakta olan Deve güreşi, Rahvan at yarışı ve boğa güreşleri bu yaşayış ve kültürün bakiyeleri ve yansımalarıdır. Tespitlerimize göre; Muğla Yörük/Türkmenleri arasında, Menteşe Beyliğinin kurulması sürecinde gelen Türkmenlerden başka da gelenler olmuştur. Bu sayı sanılandan da çoktur. Konya, Karaman, Kütahya, Adana, Antalya, Denizli, Aydın, Malatya, Adıyaman, Erzincan vb. bölgelerden gelip Muğla bölgesine yerleşen çok sayıda Türkmen/Yörük vardır. Bunların bir bölümü önce Konyaya, daha sonra Denizli Tavas’a oradan da Muğla bölgesine yerleşmiştir.

Muğla bölgesi Yörüklerinin bir bölümünün kışlağı Gökova bölgesi, bir bölümünün ise Milas bölgesi olmuştur. Bunların yine bir bölümünün yaylakları Sandras dağı eteği olurken, bir bölümünün yaylağı Düzen olmuş; Yazlak olarak ise Sandras dağı, Tavas-Kale bölgesi, Yemişendere bölgesi tercih edilmiştir. Bağ bozumu zamanında Karabağların güzlek olarak kullanıldığı da hatıralar arasındadır.

Yörüğün yaylaya çıkışı bir günde olmaz. Hava durumuna ve sıcaklığına paralel olarak Hıdırellezden sonra (Mayıs ayı) kışladığı yerden sürüleri ile ayrılır. Yaylaya çıkış için develerini yüklet olarak kullanır. İzlediği yol otlaklar. Yaylaya çıkış zamanında birçok noktada bazen bir gün, bazen bir hafta veya daha fazla durabilir. Bu; havaya, suya ve otlağa bağlıdır. Havanın şiddetli yağmurlu oluşu onun göçünü engelleyebilir. Konakladığı yerde otlağın bol oluşu onun gideceği yere daha geç gitmesi için bir sebep teşkil edebilir. Uzun süre kışlakta kalmış, yürümemiş veya az yürümüş hayvanların birden bire uzun süre yürütülmesi onların ayaklarında yaralara yol açabilir. Bu da Yörük’ü durduran sebeplerden biri olabilir. Yörük göçünde konaklanılan yerlere “konalga” denilir. Bu “konalga”lar, yol boyunca karşılaşılan topluluklar, farklı bölgelerde kışlamış veya yazlamış grupların bir araya gelmesini ve kültürlenmelerini sağlar.

Yörük, bağımsızlığına düşkündür. Geniş bozkırlar, dağlar, yaylalar, derin ve otlu vadiler onun yaşama alanlarıdır. Yörüğün hayatı hayvanını beslemeye dayanır. Kentler, toprağa bağlılık ona uygun gelmez. Bunun için uzun yüzyıllar göçebe hayattan yerleşik hayata geçmek istememişltir. Osmanlı Devleti; Yörük/Türkmenleri hem kontrol altına almak, hem de vergilendirmek amacıyla yerleşik hayata geçmeye zorlamış, bunun için direniş, hatta savaşlarla karşılaşmıştır. Göçebe yaşayış tarzı, savaşçı insan tipinin ana karakteridir. Dağlara, vadilere, su kaynaklarına, kendi bireysel ve toplumsal özgürlük ve özerkliğine sahip olan insanları birden bira toprağa bağlamak, köylüleştirmek, onları benimsemedikleri bir hayat tarzına zorlamak oldukça mücadeleli bir dönemin geçirilmesine sebep olmuştur. Avşar boylarının bu konudaki direnişi oldukça belleklerde yer tutar. Dadaloğlu’nun “Arap atlar yakın eder ırağı/Ferman padişahın dağlar bizimdir “ deyişi bu dönem ve bu anlayış ve düşünüşün yankısı ve sesidir.

Yörük/Türkmen için, çiftçi olmak özgürlüğün kaybedilişidir. Sahip olduğunu düşündüğü dağların, otlakların elinden alınışıdır. Yörük, yerleşik hayata geçmiş insanlara biraz da acıyarak bakar. Onlara, “yatık” der. Yörük/Türkmen’in yerleşik hayatı benimsemesi mücadeleler, yenilgiler ve uzun yüzyıllara dayalı süreci gerektirmiştir. Yörük/Türkmen; beyliği de, devleti de, bey olmayı da göçebe yaşayışta görür. Bunun en güzel örneği Toros Türkmenleri arasında derlenen şu dizelerde görülür:

Ekme ekin eğlenirsin,
Dikme bağ bağlanırsın,
Çek deveyi, güt koyunu,
Bir gün olur beylenirsin (bey olursun)

Yörük’ün yaşayış biçimi onun düşünüş ve davranış biçimini de etkilemiştir. Yörük/Türkmen, göçebe yaşayış gereği pek çok yer, yurt ve insan topluluğu ile karşılaşır. Bu onun düşünüş ve davranışının zenginliği olur. Köylülüğün dar yapısı, bir o kadar muhafazakâr kalıplarına karşılık, Yörük daha özgürlükçü ve daha hoşgörülüdür. Bu sözlerim, son elli yıla gelinceye kadar olan dönemi kapsamaktadır. Son elli yılda kitle iletişim araçları ve ulaşım araçları ile, elbette Köylülüğün de muhafazakâr kalıpları büyük oranda kırılmıştır. Son elli yılı bir yana bırakacak olursak; köylünün hayatı, daha çok kendi toprağı ve yakınındaki birkaç köyden ibarettir. Bunun için yaşayış ve düşünüşü kendi köyünde olan düşünüş ve inançtan farklı gelişememiştir. Oysa Yörük/Türkmen; yaşayış sistemi gereği farklı insan topluluğu ve farklı kültürle karşılaşabilmiştir. Bu karşılaşmalardan dolayı farklı kültür ve inanışların varlığından haberdar olmuş, onları benimsemese bile hoşgörü ile bakabilmeyi öğrenmiş, bunu günlük hayatında uygulayagelmiştir. Yörük/Türkmenler; kültürel değişim ve gelişimi sağlayanlarınbaşında yer almışlardır. Onların göçebe veya yarı göçebe yaşayış tarzı başka bölgelerdeki kültürel hareketliliği başka bir bölgeye taşımalarına vesile olmuştur. Kültürel etkileşim ve kültürün yayılmasında Yörük/Türkmenlerin payı büyüktür. Farklı düşünüş, duyuş ve tabiatla iç içe yaşayış Yörük/Türkmenin düşünce ve inanç dünyasını da yaşadığı evren gibi geniş tutmuş, bunu için dinde de, farklı kültürü yaşayan insanlara bakışında da hoşgörülü olmayı kendine bir yaşayış biçimi saymıştır.

Yörükler, İslâm’ı da kendi yaşayışına paralel olarak düşünmüş, dinde zorlamaya gitmemiş, “Türk Halk Müslümanlığı”nı kendi yaşayışları ölçüsünde kabul etmiş, Türk kültürünü de yaşayıp yaşatarak var etmişlerdir. İslâmla birlikte gelişen Araplaştırma eğilimine karşı, Türkmen/Yörüklerin yaşama biçimi ve bunu hayatlarında uygulama isteğine paralel olarak bir karşı duruş gelişmiş ve Türk kültürü yaşama ve canlılığını sürdürme potansiyelini sürdürmüştür. Yörük; dinde de, inanışta da, kültürde de tutucu olmamış, sadece kendi dünyası ve kabullerini yaşamıştır.

Türklerin göçebe veya yarı göçebe yaşayışı ve düşünüşünün adı olan Yörük/Türkmenlik kaynağını çevre, hayvan ve insan sevgisinden alır. Bu geleneğin evrensel olabilecek değerlerinin tespit edilerek düşünsel ve kültürel bir varlık olarak canlandırılması Türk kültürü açısından faydalıdır. Yörük hayatının bir bölümü de alternatif bir turizm anlayışı içinde ele alınarak günlük hayat içinde canlandırılabilir. Bu yolla Türk kültür hayatının zenginliği hem gelecek kuşaklara, hem de yabancı turistlere gösterilebilir.


YÖRÜK İNANIŞLARI VE ATASÖZLERİNDEN ÖRNEKLER

Yörük inanışları Yörüğün yaşam tarzından çıktığı için genellikle hayvanlarla ve doğa ile ilgili bir karakter gösterir.

Ava giden kişiye “Nereye gidiyorsun?” diye sorulmaz. Sorulduğu takdirde kişi avlanamaz.
Bir avcı kendi avı dışında başkasının avını taşımaz.
Av köpeği sırtüstü yatarak debelenirse o gün avın bereketli geçeceğine inanılır.
Uzun süre avlanamayan avcı tüfeğini yere koyar, üç defa tüfeğin üstünden atlar veya tüfeğin üzerinden et geçirirse şansının döneceğine inanır.
Ava giden kişinin önünden kedi geçmesi uğursuzluk olarak kabul edilir ve böyle bir durumda avcı geri döner, ava çıkmaz.
Baykuş sesi ölüm habercisi olarak kabul edilir ve çevreden bir kişinin öleceğine yorulur. Buna engel olmak için taşa atılarak uzaklaştırılmaya çalışılır.
Baykuş ötmesi bazen hasta hayvanın iyileşeceğine de yorumlanır.
Tilki görülmesi işlerin yolunda gideceğine yorumlanır.
Yılan görülmesi o yıl işlerin yolunda gideceğine yorumlanır.
Kaplumbağa görüldüğünde “Benim adım Fatma, bana siğil atma” denir.
Kaplumbağa görülmesi hayra alamet sayılır.
Tavşan görülmesi uğursuzluk alametidir.
Köpek uluması yörede bir ölüm olacağına yorumlanır.
Tavuğun folluk yumurtası başkasına verilmez, verilirse evin bereketinin gideceğine inanılır.
Bahar ayında leylek geçmesi o yıl işlerin yolunda geçeceğine işaret olarak kabul edilir.
Karıncanın yuvasından çıkardığı toprağı günüye yığması o yıl havanın iyi olacağına, doğu yönüne yığarsa o yıl havanın kötü geçeceğine yorumlanır.
Hayvanların olağanüstü bir şekilde iştahla otlamaları durumunda o yıl havanın çok sert geçeceğine yorumlanır.
Salı ve Cuma günü göçe başlanmaz.
Salı ve Cuma günleri dışarıya soğan verilmez, aksi takdirde malına, canına zarar gelir.
Hayvanlara nazar değmesin diye hayvana çıtlık ağacının dalı veya boncuk takılır. Takılmasa hayvanlara yılanın sokacağına inanılır.
Damızlık verilirken üzerine bozuk para, tuz, biraz da çörek otu konulur. Konulmazsa hayvanları canavar kapar.
Salı günü damızlık alınmaz. Damızlık Cuma veya Pazar günü alınmalıdır.
Devenin tüyü hamaylıdır, şeytan gelmez.
Devenin canı burnundadır. Canavar deveye burnundan saldırır.
Keçi ağacın pürüne fazla saldırır, kuyruğunu sallayıp hızlı hızlı yerse yakında hava bozacağına inanılır.
Keçi taşın başına oturup geviş getirirse havanın iyi gideceğine inanılır.
Çobanın gönlü olursa keçeden sütü çıkarır.
Çobanın gönlü olursa tekeden telemeyi çalar.
Dr. Ali Abbas ÇINAR'ın arşivinden alınmıştır.